Bir varmış bir yokmuş...
Bir zamanlar uzak bir ülkede yaşayan mutlu bir karı koca varmış. Bu çift bir çocuklarının olmasını çok istiyormuş ama bir türlü çocukları olmuyormuş. Bir mucize olmuş ve kadın hamile olduğunu öğrenmiş. Bu çiftin evlerinin arka odasında küçük bir pencere varmış, oradan bakınca çok güzel bir bahçe görünüyormuş. Bu bahçede birbirinden güzel çiçekler, meyveler yetişiyormuş. Ancak bahçenin sahibi, bütün dünyanın kendisinden korktuğu büyücü bir kadınmış.
Bir gün genç kadın penceresinden bahçeye bakmış ve orada altın gibi parlayan özel bir kazayağı bitkisi görmüş. (Bazı kaynaklar marul bazıları elma diyor ama masalın orijinalinde kazayağı bitkisi yazmaktadır.)
Kadının aklından bu bitki hiç çıkmıyormuş. (aşeriyor ne yapsın.)
Kocasına: "Ben o kazayaklarından yemezsem, öleceğim." demiş. Adam korkmuş hemen büyücünün bahçesine gizlice girmiş ve kazayaklarından aşırmış. Genç kadın kazayaklarını yemiş ama tadını çok beğendiği için kocasından daha fazla getirmesini istemiş. Adam tekrar gizlice bahçeye girmiş ama bu sefer yakalanmış.
Büyücü, adama haklı olarak sinirlenmiş.
Hayır bir kere izin almadan bitkiden çaldınız zaten. Hadi kadının canı çekti, büyücüden çekindi isteyemedi, kocası da çaldı diyelim. (Ki bunu doğru bulmuyorum.)
Senin olmayan bir şeyin daha da fazlasını istemek nedir be kardeşim!
Kadın istiyor, koca da hırsızlığa alışmış galiba ikinciye çalmaya gidiyor.
Bide büyücüden korktukları için o bitkilerden istemiyorlar. Bu nasıl bir korku ki, bahçesine girme cesareti gösteriyorsun.
Yani burada büyücü haklı bence. Ben olsam bi ufak sinirlenirdim doğrusu.
Neyse, adam durumu açıklıyor falan, büyücü: "Tamam o zaman bitkilerimden izinsiz almana karşın sende bana doğacak çocuğunu vereceksin." diyor.
Ya bu nasıl bir teklif. İki, üç hadi on, on beş bitki için bu nasıl bir ceza?!
Adam da korkudan hemen: "Tamam." diyor.
Sen nasıl babasın öyle! "Benim canımı al." deseydin ya önce bi.
Sonunda çiftin bir kızı olmuş, kızın doğduğu günde büyücü gelmiş bebeği almış götürmüş. Bebeğin adını da "kazayağı" anlamına gelen Rapunzel koymuş.
Rapunzel, on iki yaşına basınca büyücü kadın onu ormanın içinde, ne penceresi ne de kapısı bulunan bir kuleye kapatmış. Rapunzel'in çok uzun, çok güzel, altın saçları varmış. Büyücü, ara sıra kızı görmeye gelirmiş.
Büyücü: "Rapunzel, Rapunzel saçlarını aşağıya gönder!" diye seslenirmiş. Rapunzel de kulenin en üst katındaki odasının tek penceresinden saçlarını sarkıtırmış, büyücü de saçlara tutunup yukarı çıkarmış.
Birkaç yıl sonra kralın oğlu ormanda at koştururken kulenin önünden geçerken, Rapunzel'in sesini duymuş ve sese hayran olmuş. Büyücünün kuleye nasıl çıktığını öğrenmiş ve aynı şekilde Rapunzel'e seslenmiş. Bizim saf genç kızımızda bir kadınla erkeğin sesini ayırt edememiş olmalı ki saçlarını pencereden sarkıtmış. Prens de saçlara tutunup yukarı çıkmış. Hayatı boyunca hiç erkek görmemiş Rapunzel, önce korkmuş ama prens tatlı dili ile onu ikna etmiş ve evlenme teklif etmiş. Rapunzel de gördüğü ilk erkeğin teklifini hemen oracıkta kabul etmiş.
Şimdi burada bir duralım. 12 yaşında kuleye kapatılan Rapunzel'in prens ile tanışması birkaç yıl sonra ise Rapunzel hala bir çocuk. Prensler yine bu hikayede de bir çocuğa aşık oluyor. Tamam eskiden evlilikler çok küçük yaşta gerçekleşiyormuş ama bu bir çocuk masalı unutmayalım!!!
Rapunzel kuleden inemediği için prens ile gidememiş ama prens sık sık genç kızı ziyarete gelmiş. Büyücü bunu öğrenmiş, Rapunzel'in saçlarını kesmiş ve genç kızı çok uzaklarda bir çöle göndermiş.
Prens, Rapunzel'i ziyarete geldiğinde ise büyücü onu kandırmış ve genç kızın kestiği saçlarını pencereden sarkıtarak prensi yukarı çekmiş. Prens karşısında büyücüyü görünce Rapunzel'in başını yaktığını anlamış ama çoktan olan olmuş. Büyücü, prensi pencereden itmiş, prens kulenin altındaki dikenli çalıların üzerine düşmüş, ölmemiş ama kör olmuş.
Prens, uzun yıllar bizim Ferhat gibi sevdiğini aramaya başlamış. Taaa Rapunzel'in yaşadığı çöle kadar gitmiş. (gözleri kör ama unutmayalım!!) Rapunzel yine şarkı söylüyormuş, sesi duyan prens sevdiğine seslenmiş, Rapunzel prensi görünce sevinçten ağlamaya başlamış, bir mucize olmuş ve gözyaşları prensin gözlerinin görmesini sağlamış.
Prens, Rapunzel'i de almış krallığına gitmiş. Orada mutlu mesut yaşamışlar.
Büyücüye ne olmuş kimse bilmiyor. Rapunzel'in anne ve babası bu süreçte ne yaşamışlar bunu da bilmiyoruz.
SON
!!!Bu üç genç kız belki bir araya gelselerdi başlarına gelen olayları daha akıllıca yöntemlerle çözebilirlerdi ama Grimm Kardeşler onları yan yana getirmeyerek, erkekler olmazsa yaşamlarının nasılda zor olacağını göstererek onları yakışıklı prensler aracılığı ile mutlu sona erdirmişlerdir.
Bir zamanlar bu kitapları okuyan çocuk, şuan ise yetişkin bir kadın ve öğretmen olan ben, tüm yazarlara saygı duysam da Grimm Kardeşler'e buradan birkaç soru sormak istiyorum. Cevap veremeyeceklerini bilsem de...
> Bu masalların çocuklar için uygun olduğuna nasıl ve neden karar verdiniz?
Çünkü bence bu masallar bir çocuğun ancak yetişkin olduğunda okuması gereken türden.
> Genç kızlar neden kurtuluşu sizin kelimelerinizle mutluluğu bir prens aracılığı ile bulmak zorundadır?
Yani bu kızlar kendi başlarının çaresine bakamayacak kadar aciz olmak zorunda mıydı?
>Çocuk masalında aşk neden var?
Sevgiyi anne, baba, arkadaş kavramları ile bir çocuğa anlatmayı denemek daha kolay olmaz mıydı?
Daha birçok sorum var ama belki başka sefere...
Yorumlar
Yorum Gönder